plastik arı kovanı fiyatları ile allah bize yeter


plastik arı kovanı fiyatları ile allah bize yeter en güzel yazıları yazan sizlere bugün plastik arı kovanı fiyatları diyorki Zaten bizi cliyar-ı Dimeşk’e çeken sebep de o merak ve hevesti. Maksadımız bu vesile ile Bediüzzaman’ın “EybuCa-mi-i Emevî’deki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dört yüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız!” hitabına bizzat yerinde muhatap olmaktı.
Şimdi zaman, o zamandı. Biz de okumaya ve dinlemeye hazırdık. Minberin yanı ve kürsünün çevresi toplu kitap okumaya müsait olmadığından minberin karşısındaki geniş mah-fele geçtik. Sesimizle, hâlimizle, tavrımızla diğer insanları rahatsız etmemek için önce münferiden okumaya, sonra da te-berriiken kısa bir ders yapmaya karar verdik.
Camide toplu hâlde kitap okuduğumuzu gören bazı Şam sakinleri, dilimizi pek anlamasalar da hâlimize aşina olmalılar ki, yanımıza gelip aramıza karışarak okunan hakikatleri dinlemeye başladılar.

Onların sergilediği bu samimi yakınlığı fırsat bilen arkadaşlar, sükûneti bozmamaya dikkat ederek yanlannda getirdikleri kitapları onlara verdiler. Aldığı kitaba bakan ve bazı yerlerini okuyan Arapların hayret nidaları kalabalığı hareketlendirmeye yetti.
Verdiğimiz risaleler Arapça olduğu için onlara kitaplan izah etmekte zorluk çekmediysek de sözleri, hâl ve hareketleri ile memnuniyetlerini ifade etmeye çalışan din kardeşlerimizin sözlerini anlamamız pek mümkün olmadı.
Bir caminin içinde kardeşin kardeşle anlaşamaması, anlaşılır gibi değildi. O zaman anladık yalnız İslâm devletleri arasında müsellâh askerlerin beklediği, dikenli tellerle örülü, mayınlı sınırların olmadığını. İslâm milletleri arasındaki dil bilmezlik engeli, Müslümanlara o sun’i hudut boylanndan daha dehşetli hicran hâlleri yaşatıyordu.
Siikür ki bazı mü’minlerin basiretleri bağlı değildi. Dil bilgeseler de hâlden anlıyorlardı. Hareketlerimizi merak edecek anımıza katılan Arapların sayısının kafileyi geçmesi de kunun ifadesiydi.
İbadet hâlleri ile canlanıp hareketlenen uhuvvet bağlarının hâlâ hayattar olduğunu gören kafile başkanı, onlara da hitap edecek bir ders yaparak seyahate hüsn-i hatime vermeye hazırlanırken, mahfelin baş tarafında oturan yaşı kemale ermiş ulema ahvalli zat ayağa kalktı.
Aramıza ilk katılan Araplardan biriydi bu kişi. Kendisine verilen Arapça Hutbe-i Şamiye’yi tetkik ederken birden durdu. Heyecanla ağaya kalkıp bize doğru döndü ve hutbe irad edercesine okumaya başladı;
“Âlem-i İslâm milletleri Arabın metanetinden ders almışlar. İnşallah yine Araplar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüt ve ittifak ile el ele verip, Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir.”

“Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân etmek... ”
Emeviye Camii’nde, âlim ahvalli ihtiyar Arabın Hutbe-i Şa-nıiye’den okuduğu paragrafta geçen bu cümle, oradan aynl-dıktan sonra da günlerce zihnimizde çınladı durdu.plastik arı kovanı fiyatları O hitabı her hissettiğimde, İslâm tarihinin fıtrî seyrini bir daha hatırladım.
İslâm âleminin tarihî hedefiydi Kur’ânîn bayrağını dünyanın her tarafında ilân etmek. Peygamber-i Zîşan (asm) ve Hulefa-i Raşidîn başlatmıştı bu Kur’ânî ilân ve imanı ihya hareketini. Emevîler, Abbasîler, Selçuklular ve sair İslâm devletleri zamanında şartları hazırlanan o hedefi Osmanlılar gerçekleştirmişti.
Bin yıl, dünyanın her tarafında Kur’ânîn bayraktarlığını yapmıştı bu kahraman millet. Aradan geçen zaman içinde milyarlarca âlim, arif, akil, fazıl insan yetiştirmiş, milyonlarca şehit vermiş, ondan çok daha fazlası gazi olmuş, binlerce müessese kurmuştu.
Asırlar boyu devam etmişti Kur’ân medeniyetinin cihan hâkimiyeti. Beşeriyetin hercümerç olduğu, devletin sarsıldığı, milletin dağıldığı, cemiyetin parçalandığı, Kur’ân’ın etrafındaki surların yıkılmaya yüz tuttuğu zaman ise, Osmanhnın içinden çıkan bir zat üzerine almıştı o kudsî vazifeyi.
“Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu ben bütün dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim.”
O, hayatî hedefini böyle haykırmıştı Kur’ân ile Müslüman-1ar arasındaki bağları koparmak için Kur’ân’ı Müslümanların elinden almaya veya Müslümanları ondan soğutmaya çalışan İngilizlerin dessas planlarını öğrendiği zaman.
“On senede elli talebe yetiştirsem, İslâm’ı dünyaya hâkim kılarım.” demişti dünya hâkimiyetini kaybeden devletin İslâm dinini yayma hedefini bırakarak kendini kurtarma çabası içine girdiğini görünce de.
“İ’lâ-i kelimetullah” tabiri ile adlandınlan ve “İslâm dininin ‘tevhid akidesi’ni, şanına lâyık bir şekilde yüceltip yaymayı” gaye edinen İçtimaî ve siyasî bir hedefti bu. O zamana kadar hep devlet bu vazifeyi ifa etmiş, millet de devletine destek vermişti.
“Eskiden i’lâ-i kelimetullah ve beka-i istiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan âlem-i İslâm’a fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar gömıüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâm’ın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir.”
Bu sözlerle de ifade ettiği gibi İslâm devleti felâkete uğrayarak o vazifeyi ifa edemediği için İslâm âleminin müstakbel saadetinin zeminini hazırlama işini bir kişinin veya müesse-senin yapması gerektiğini düşünmüştü.
“Her mü’minin i’lâ-i kelimetullahla mükellef’ olduğunu bildiğinden, “Maksadımız i’lâ-i kelimetullahtır.” diyen Bediüzzaman, o vazifenin kendisine tekabül ettiğini hissederek söylemişti mezkûr hedefleri.
gcek talebeler yetiştirmek için medrese açarken diğer .yıldan Kur’ân-ı Kerim’i, zamanın ihtiyaçlarına cevap vere-l-elc tarzda yeni bir anlayışla tefsir etmeye başlamıştı.
Said Nursî’ye göre İttihadın hedefi ve maksadı i’lâ-i keJi-nietullah, mesleği de kendi nefsi ile cihad-ı ekber ve başka-lannı irşattı. Onun için İçtimaî teşebbüsleri beklemeden ferdî bir gayretle harekete geçmişti.
Öyle büyük ve umumî bir hedefin, şahsî çabalarla, ferdî gayretlerle gerçekleştirilemeyeceğinin farkındaydı. Bazı çevreler, “On üç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ederek” Müslüman milletler arasında fitne çıkarmaya çalıştıklarından, o hedefin belli bir devlete veya etnik millete mal edilemeyeceğini de biliyordu.
Bunu ancak “Milliyetimiz yalnız İslâmiyet’tir. Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve kazların en kuvvetli ve hakikatli re-vabıt ve milliyetleri İslâmiyet’ten başka bir şey değildir.” diye iarif ettiği müttehit İslâm milletleri yapabilirdi.
“İttihad-ı İslâm olan İttihad-ı Muhammedî (asm) dediğimiz vakit ‘Umum mü’minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil V sabit olan ittihat murattir. Yoksa İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murat değildir.” ifadeleri ile sözünü etliği ittihadın hududunu, bütün dünyayı içine alacak şekilde genişletmesinin sebebi de buydu.
Fakat kıtaları ihata eden İslâm milletlerini ve yeryüzüne dağılan Muhammed (asm) ümmetini, bu ortak hedef etrafında derleyip toparlama işini geçmişte olduğu gibi yine İslâm cemiyetinin iki ana unsuru olan Arapların ve Türklerin yapabileceklerini ifade etmişti.
468/Allah Bize Yeter
Bunu gerçekleştirmenin ilk şartı “Arapların ye’si bırakmaları, İslâm milletlerine örnek olan metanet hasletlerini yeniden kazanmaları ve İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüt ve ittifak ile el ele vermeleri” idi.
Said Nursî’nin, tam zamanında yaptığı o isabetli teşhisin ve tesirli ikazın üzerinden yüz yıla yakın bir zaman geçti. Bu süre zarfında İslâm âleminin hangi merhalelerden geçtiğini merak edip hâl-i âleme şöyle bir nazar ettim.
Halk arasında, irtibat eksikliğinin dışında herhangi bir problem yoktu. Farklı milletlere ve etnik unsurlara mensup insanlar, aynı dine inanmaları hasebiyle birbirlerine kardeş nazarı ile bakıyorlar, karşılaştıklarında hürmette kusur etmiyorlardı.
Devlet adamları, siyasî kanaat sahipleri, akademi çevreleri ve fikir gurupları arasında samimi münasebetler kumisa da, hakiki ittifakın varlığından söz etmek mümkün değildi. Hatta bazı devleüerin arasında, yıllarca savaşmayı göze alacak düşmanlıklar vardı.
Buna rağmen dünyanın pek çok yerinde Kur’ân bayrağının dalgalandığı ve İslâm dininin hızla inkişaf ettiği, Avaıpa ve Amerika ülkelerinde her yıl yüz binlerce insanın Müslüman olduğu da bir vakıa idi.
Bu güzel neticelerin husule gelmesinde devlet adamlarının ve siyasî hareketlerin fazla bir tesiri olmadığına göre, yaşanan hızlı inkişafın münhasıran İslâmî cemaatlerin gayretleri ve halkın desteği neticesinde gerçekleştiği söylenebilirdi.
“Hususan kırk elli sene sonra Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvi bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i asrın
nclen de anlaşılacağı üzere, devlet ve siyaset adamlan
ttifak ederek halkın gayretlerine destek verirlerse, İs-
Ijpi'ın cihan hâkimiyeti çok daha çabuk gerçekleşebilirdi.
Şam dönüşü, İstanbul’da yaptığım hususi değerlendirme tasında bunları düşünürken; dünyada hızla artan İslâmî in-Ijişâf hamlelerinde Arapların ve Türklerin payımn ne olduğunu merak ettim.
Bu hissimi birileri ile paylaşmak isteyince hatırladım arkadaşımı. Seyahatten döndükten sonra sık sık görüşmeyi kararlaştırdığımız hâlde, biriken işleri bitirme zamreti sebebiyle bir daha görüşememiştik.
İçinde bulunduğum ruh hâlinin, zarurî sebeplerle bir sürr inkıtaa uğrayan irtibatın, artık görüşmeyi ihtiyaç olmaktan çıkanp iştiyak hâline getirdiği anlaşılıyordu. Muhtemelen o da şu anda aynı ihtiyacı ve iştiyakı hissediyor olmalıydı.
“Hemen gidip bizzat yerinde görelim.” derdi o sırada y^^ nımda olsa ve ben ruhumu saran merak hissini ona söylesem.
Veya daha önce her yurtdışı seyahat arefesinde yaptığı gh bi Risalelerin intişar hattını takip etme kararımızı hatırlatır ve sıranın nereye geldiğini sorardı. Ben ona Risale-i Nur’un, İM dışında önce Hicaz’a gönderilse de, Avrupa’da intişar ettiğini anlatınca muhtemelen aynı şeyi söylerdi.
Daha önce defalarca şahit olduğum samimi heyecan hâli gözlerimin önünde canlandı. Bu muhayyel mükâlemede verdiği cevabın gerçeğinden pek farkının olmadığını hissedince gayriihtiyarî gülümsedim.
“Şimdi aynı sözü ben ona söyleyeyim.” dedim içimden.
Bu maksatla önce seyahat güzergâhını tayin ettim. Bu sefer hedefte Avrupa ülkeleri vardı. Avrupa’da Risale-i Nur’un intişarı, çalışmaya giden Türk işçileri vasıtası ile önce Almanya’da başladığı için ilk olarak oraya gitmenin daha isabetli olacağını düşündüm.
O yanımda olsa da nasıl gideceğimizi sorsam, “Türk işçileri nasıl gittiyse biz de öyle gidelim ki müşahedemiz hakikate uygun olsun.” derdi muhtemelen. Ama artık resmî yollarla tren vagonlarında, kaçak olarak da kamyon kasalarında Avrupa’ya gitme şartları kalmadığından hazırlıklarımı normal gidiş şartlarına göre yaptım ve telefon numarasını çevirdim.
“Alo, ben hazırım.”
Selâmdan sonra böyle diyecektim, telefon açılınca ilk kelâm olarak.plastik arı kovanı fiyatları Lâkin telefonun zili uzun uzun çalmasına rağmen cevap veren olmadı. Biraz sonra bir daha açtım, gün boyu aynı hareketi defalarca tekrarladımsa da netice alamadım.
Serbest çalıştığı için bazen bürosuna günlerce uğramadığını bildiğimden fasılalarla günlerce aradım. Ona ulaşamayınca kalkıp işyerine gittim. Tanıdığın arkadaşlarına, akrabalarına, komşularına sordum. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu.
“Allah muhafaza başına bir felâket gelmiş olmasın!” dedim.
Qnu ben de iyi tanıdığım ve pek çok âni gidişine şahit ol-jyğuın için yakınlarının tahminini makul bulunca rahatla-
^ İlk anda, onun ortaya çıkmasını beklemek için seyahati 01 ertelemeyi düşündümse de uçak biletini almaya varın-^-jya kadar hazırlıkları tamamladığımdan Almanya’ya tek ba-^ınıa gitmeye karar verdim.
Dibi bilinmeyen, başı görünmeyen gökdelenlerin arasından çıktım yola. Kendimi yalnız seyahat etmeye hazırlamadığımdan olsa gerek, bir ara gökdelenlerin içinden geçiyormuş gibi bir hisse kapıldım.
İskeleti pek cazip olmasa da renkli camlarla kaplanıp pı-nlüh renklerle boyanarak göze hoş gösterilmeye çalışılan beton bloklar çevreyi öylesine sarmıştı ki, şehirde değil de sanki büyük bir gökdelenin içinde yaşıyoruz hissine kapıldım.
Bu hissin de tesiriyle evden, bir odadan çıkar gibi çıktıktan sonra koridoru andıran sokaklardan, salona benzeyen caddelerden geçtim, bolümsü düzlüklerde dinlendim ve ç kış kapısına geldim.
Artık benden pek farkı olmayan insanların arasındaydım. Uzunca bir gidiş, didiniş, itiş-kakış ve bekleyişin ardından, sıkı kontrollerden geçtim, elektronik cihazlarla arandım, el yordamıyla yoklandım, çelik gövdeli devasa bir kuşu andıran uçağa bindim ve üçlü koltuğun ortasındaki yerime oturdum.
Kendimi, birbirine yabancı insanlar arasında, yaban ellere yalnızlık içinde yapacağım yolculuğa hazırlamaya çalışırken sıranın başına yanaşan kısa boylu, sarkık göbekli, matruş bir
plastik arı kovanı fiyatları sundu..
düzce kiralık daire : düzce kiralık daire kiralık daire : kiralık daire düzce merkez kiralık daire : düzce merkez kiralık daire düzce kiralık daire 1+1 : düzce kiralık daire 1+1 düzce eşyalı kiralık daire : düzce eşyalı kiralık daire düzce kiralık daire metek toki : düzce kiralık daire metek toki düzce kalıcı konutlar kiralık daire : düzce kalıcı konutlar kiralık daire düzce günlük kiralık daire : düzce günlük kiralık daire düzce emlak : düzce emlak düzce satılık daire : düzce satılık daire düzce satılık daire sahibinden : düzce satılık daire sahibinden düzce merkez satılık daire : düzce merkez satılık daire düzce satılık daire toki : düzce satılık daire toki düzce satılık daire kalıcı konutlar : düzce satılık daire kalıcı konutlar düzce satılık ev : düzce satılık ev düzce satılık dükkan : düzce satılık dükkan düzce satılık arsalar : düzce satılık arsalar satılık arsalar düzce : satılık arsalar düzce satılık arsalar : satılık arsalar sahibinden düzce satılık arsa : sahibinden düzce satılık arsa düzce günlük kiralık daire merkez : düzce günlük kiralık daire merkez sahibinden günlük kiralık daire : sahibinden günlük kiralık daire sahibinden günlük kiralık daire düzce : sahibinden günlük kiralık daire düzce düzce günlük kiralık daire : düzce günlük kiralık daire

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder