bolu satılık daire ve mahşer bilgileri45

 bolu satılık daire


bolu satılık daire ve mahşer bilgileri45 sizler icin bugün bolu satılık daire yazlarını hazırladı ve bolu satılık daire diyorki 27 Ağustos; neredeyse alacakaranlık; Venüs gökte.Nick, Ralph, Larry ve Stu, Tom Cullen’ın evinin önündeki l da oturuyordu. Tom bahçedeydi; kroket toplarını neşeyle kale^ç^Vakit geldi, diye yazdı Nick.Stu alçak sesle konuşarak onu bir daha hipnotize edip et^,^ rini sordu. Nick başını iki yana salladı.
“Güzel,” dedi Ralph. “Bir daha yapabileceğimi sanmıyordı^j Sesini yükselterek, “Tom!” dedi. “Hey Tommy! Buraya gel!”Tom sırıtarak koşup geldi.“Gitme vakti geldi Tommy,” dedi Ralph.
Tom’un gülümsemesi silinir gibi oldu. Havanın karannaktad^ yeni fark ediyordu sanki.“Gitmek mi? Şimdi mi? Olmaz! Hava karardığında Tom gider. A-Y, uyku böyle yazılır. Tom karanlıkta dışarı çıkmayı seı Öcüler yüzünden. Tom... Tom...”Sustu ve diğerleri huzursuzca ona baktı. Tom’un yüzü donupkal 5onra geri döndü... ama her zamanki şekilde değil. Ani bir kavrayışı i yoktu, bu kez yavaş, isteksiz, hatta üzgünce geri gelmişti.“Batıya mı gideceğim?” diye sordu. “Bunun mu vakti geWif
Stu elini Tom’un omzuna koydu. “Evet Tom, yapabilirsen.'
“Yola çıkacağım.”
Ralph boğulurcasına bir ses çıkararak bir şeyler mırıldandı* de dolanmaya başladı. Tom bunu fark etmemiş gibiydi. Bakışlafit ek arasında gidip geliyordu.
“Gece ilerle, gündüz uyu,” dedi Tom alacakaranlıkta yavt# gör.”
Nick başını salladı.
Ralph, Tom’un sırt çantasını alıp getirdi. Tom çantayı ıdaymış gibi yavaş hareketlerle astı.
“Dikkatli ol Tom,” dedi Ralph boğuk sesle.
“Dikkatli. Aman, evet.”
Mahşer
"Nick,” diye fısıldadı Tom. “Bunu yapmaya gerçekten mecbur muyum?” Nick kolunu omzuna atarak başını yavaşça salladı.
“Peki.”
“Dört şeritli otoyoldan ayrılma Tom,” dedi Larry. “70 yazan. Ralph motosikletiyle seni o yolun başına kadar götürecek.”
“Evet Larry.” Duraksadı. Ralph evin arka tarafından çıkıp gelmişti. Mendiliyle gözlerini siliyordu.
“Hazır mısın Tom?” diye sordu boğuk bir se.sle.
“Nick? Burası döndüğümde hâlâ benim evim olacak mı?”
Nick başını hararetle salladı.
“Tom evini seviyor. Aman evet.”
“Sevdiğini biliyoruz Tommy.” Stu’nun boğazına bir yumru oturmuştu. “Tamam. Hazırım. Kiminle gidiyorum?”
“Benimle Tom,” dedi Ralph. “70. Otoyola kadar hatırladın mı?”
Tom başını salladı ve Ralph’in motosikletine doğru yürüdü. Omuzlan çöken Ralph, onu izledi. Şapkasındaki tüy bile hüzünle eğilmiş gibiydi. Motosiklete binip çalıştırdı. Ardından Broadway'e çıkıp doğuya döndüler. Geride kalan üç kişi, motosikletin mor alacakaranlıkta sadece farının aydınlığıyla seçilebilen bir siluete dönüşmesini seyretti. Ardından tamamen gözden kayboldular.
Nick başı öne eğik, elleri cebinde yürümeye başladı. Stu, onun yanına gidecek oldu, ama Nick başını neredeyse öfkeli bir ifadeyle iki yana sallayarak kalmasını işaret etti. Stu. Larry'nin yanına döndü.
“Ve gitti.” dedi Larry ve Stu başını kasvetle salladı.
“Sence onu bir daha görebilecek miyiz Larry?”
“Göremezsek bunun ağırlığını ömür boyu vicdanımızda taşıyacağız, dki Fran hariç, o Tom’u göndermeye en başından beri karşıydı."
“Nick'in yükü hepimizden ağır olacak,” dedi Stu.
“Evet öyle.”
Broadway’de yürüyerek koyulaşan gölgeler içinde kaybolan Nick’in rdmdan baktılar. Sonra dönüp bir dakika kadarda Tom’un karanlık evine iktılar.
“Hadi gidelim,” dedi Larry .sonra aniden. “İçerideki o doldurulmuş tyvanlar aklıma gelince bir tuhaf oldum.”
Stephen King
İki adam oradan uzaklaştığı sırada Nick hâlâ başı öng ceplerinde, Tom’un evinin yan tarafındaki bahçede dikiliyo^^jJ^
Yeni doktor George Richardson, Dakota Ridge Tıp > yerleşmişti, çünkü tıbbi malzemeler, geniş ilaç stoku veamei,,^ olan Boulder Şehir Hastanesi’ne en yakın olan oydu.
28 Ağustos’ta düzenini iyice kurmuş, işini yapmaya başlan,,^,
Ellis ve Laurie Constable, ona yardım ediyordu. Dick tıbbi 50,, ayrılmayı istemiş, ama isteği reddedilmişti. “Gayet iyi bir iş çıkara, demişti Richardson. “Pek çok şey öğrenmişsin, daha da ögreagjj, Ayrıca yalnız başa çıkamayacağım kadar çok iş var. Bir iki av,, başka bir doktor daha gelmezse kafayı yeriz. Bu yüzden tebriklere bölgenin ilk sağlık görevlisi oldun. Ona bir öpücük ver Laurie.”
Laurie söyleneni yapmıştı.
Fran o gün saat on birde bekleme salonundan içeri girdi Ete merakla ve huzursuzca bakındı. Laurie masanın gerisinde otumı^L es’ Home Joıırnal’ın eski bir sayısını okuyordu.
“Merhaba Fran,” dedi onu görünce ayağa fırlayarak. “Geleceğimi min ediyordum. George şu an Candy Jones ile içeride ama işininiı uzun süreceğini sanmıyorum. Nasılsın?”
“Oldukça iyiyim, teşekkürler,” dedi Fran. “Galiba...”
Muayene odalarından birinin kapısı açıldı ve Candy Jones kadife pantolon ve göğsünde timsah logosu olan spor bir gömlek^ uzun boylu bir adamla dışarı çıktı. Candy elindeki pembe sıvışla şişeye şüpheyle bakıyordu.
“Bu olduğundan emin misiniz?” diye sordu Richardson'a inanı “Daha önce hiç başıma gelmemişti. Bağışıklı olduğumu samyordı® “Değilsin, eminim,” dedi George sırıtarak. “Nişasta banyolannı ma ve yüksek otlardan uzak durmaya bak.”
Kadın hüzünle gülümsedi. “Jack’te de var. Onun da gelmesi S yor mu?”
“Hayır ama nişasta banyolarını ailece yapabilirsiniz."
Candy başını hüzünlü bîr <if=‘Vilfİp sall'Adıktan enm» Fr^ts'i İMk
“iyi, sen nasılsın?”
“Berbat.” Candy elindeki şişeyi kaldırıp etiketindeki yazıyı gösterdi: CALADRYL. “Zehirli sarmaşık. Nerede başıma geldiğini tahmin edemezsin.” Yüzü aydınlandı. “Ama Jack’in başına nerede geldiğini bileceğinden eminim.”
Kadının ardından şaşkınca baktılar. Sonra George konuştu. “Bayan Goldsmith değil mi? Özgür Bölge Kurulu’ndan. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Fran elini uzattı. “Sadece Fran deyin lütfen. Ya da Frannie.”
“Pekâlâ Frannie. Sorun nedir?”
“Hamileyim,” dedi Fran. “Ve ölesiye korkuyorum.” Ardından birdenbire gözyaşlarına boğuldu.
George kolunu Fran’in omzuna doladı. “Laurie. beş dakika sonra sana ihtiyacım olacak.”
“Tamam doktor.”
George onu muayene odasına aldı ve siyah minderli masaya oturttu.
“Şimdi. Bu gözyaşlarının sebebini sorabilir miyim? Sorun Bayan Wentworth’ün ikizleri mi?”
Frannie başını mutsuzca salladı.
“Çok zor bir doğumdu Fran. .Anne sigara tiryakisiydi. Bebeklerin kilosu ikizler için bile çok azdı. Doğum akşam vakti, aniden başladı. Otopsi yapma fırsatım olmadı. Regina Wentworth şu an grubumuzdaki birkaç kadınla birlikte kalıyor. Şu an bulunduğu ruh halinden yakında çıkacağını tahmin ediyorum, umuyorum. Ama şunu söyleyebilirim, o bebekler daha dünyaya gelmeden dezavantajlı durumdaydı. Ölümlerine lıerhanyi bir şey .sebep olmuş olabilir.”
“Süpergrip dahil.”
“Evet, o dahil.”
“Öyleyse bekleyip görmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.” “Bak o konuda yanılıyorsun. Şimdi seni dikkatle muayene edeceğim. Seni ve diğer hamile kadınlan; bundan sonra hamile kalacakları doğuma kadar her adımda izleyeceğim. General Electric’in bir sloganı vardı. ‘En Önemli Ürünümüz İlerlemedir.’ Özgür Bölge’de en önemli ürünümüz bebekler ve buna uygun bir şekilde muamele görecekler.”
“Öyle. Ama iyimserliğini kaybetme Fran.” “Deneyeceğim.”
Kapı hafifçe tıklatıldı ve ardından Laurie içeri girdi. Gç,,.
form uzattı ve o da Fran’e geçmişte geçirdiği bir hastalık ya 4,^ şekilde yaşadığı sağlık sorunu var mı diye sorular sormaya başladı
George muayene sona erdiğinde diğer odada bir işi olduğu iç,,, bir süre yalnız bıraktı. Fran giyinirken Laurie, onunla kaldı.
Bluzunun düğmelerini iliklerken Laurie, “Sana imreniyoruu;, usulca, “Tüm belirsizliklere rağmen. Dick ile çocuk sahibi olmakş,, liler gibi uğraşıyoruz. Gerçekten çok komik, eskiden işe giderkenyjik SIFIR NÜFUS rozeti takardım. Sıfır nüfus artışı anlamına geliyoıdm te ama şimdi düşününce ürperiyorum. Ah, Frannie, seninki ilk olaci iyi olacağını biliyorum. İyi olmak zorunda.”
Fran sadece gülümseyip başını sallamakla yetindi. Laurie'yete ninkinin ilk olmadığını hatırlatmak istememişti.
Bayan Wentworth’ün ikizleri ilkti.
Ve ölmüşlerdi.
“İyi,” dedi George yarım saat sonra.
Fran önce ne dediğini anlamayarak sorarcasına kaşiannı kaUuiı
“Bebek. Gayet iyi.”
Fran bir kâğıt mendil aldı ve sıkıca tuttu. “Kıpırdadığım hi# tim... ama üstünden epey zaman geçti. O günden beri hiç harekele® Çok korktum...”
“Bebek hayatta ama hareket ettiğini hissettiğini sanmtyotuffi.V temden gazdı.”
“Bebekti,” dedi Fran usulca.
“Eh, o zamankini bilemem ama önümüzdeki günlerdebebeeiü ketlerini bol bol hissedeceksin. Doğum ocak ortasında olacak gil*!-nüyor. Kulağa nasıl geliyor?”
“Güzel.”
“Evet, sanırım, elimden geleni yapıyorum."
“Güzel. Artık mide bulantısı yok, değil mi?”
“Yok. İlk zamanlarda oluyordu ama geçti.”
“Harika. Yeterince egzersiz yapıyorsun, değil mi?”
Kâbus gibi bir an, kendini babasının mezarını kazarken gördü. Gözlerini kırpıştırarak bu görüntüyü zihninden uzaklaştırdı. Birlikte bira içmişlerdi. Bir başka hayatta. “Evet, yapıyorum.”
“Kilo aldın mı?”
“İki buçuk kilo civarı.”
“Güzel. Altı kilo daha alabilirsin; bugün cömertliğim üstümde.” Frannie gülümsedi. “Doktor sizsiniz.”
“Evet ve eskiden kadın doğum bölümündeydim. Yani emin ellerdesin. Doktorunun tavsiyelerine uyduğun sürece sorun yaşamazsın. Şimdi, gelelim bisikletlere ve motosikletlere. Kasımın on beşinden sonra binmek yasak. Zaten o gün geldiğinde kimse bisiklete biniyor olmayacak. O soğukta pek akıl kân değil. Sigara ya da içki içiyor musun?”
“Hayır."
“Canın isterse ara sıra bir kadeh içebilirsin. Vitamin takviyesi vereceğim: kasabadaki herhangi bir eczanede bulabilirsin...”
Frannie kahkahalara boğulunca George'un yüzünde şaşkın bir gülümseme belirdi.
"Komik bir şey mi söyledim?”
“Hayır, ama bulunduğumuz şartları düşününce bana komik geldi.” “Ah! .Anladım. Eh, en azından ilaçların pahalılığından şikâyet etmeyiz, değil mi? Son bir şey Fran. Daha önce hiç rahim içi doğum kontrol ıracı kullandın mı?”
“Hayır, neden?” dedi Fran ve aklına Kara Adam'tn elbise askısıyla lebeğini tehdit ettiği rüyası geldi. Ürperdi. “Hayır,” dedi tekrar.
“Güzel. Hepsi bu.” Ayağa kalktı. “Sana endişelenme demeyeceğim...” "Biliyorum,” dedi Fran. Gözlerindeki neşe yok olmuştu. “Demeyin aten.”
“Ama sana endişeyi en alt seviyede tutmaya çalışmanı tavsiye ediyo-ım. Annede aşırı endişe, salgıbezJerinde dengesizliğe yol açabilir ve bu sbek için iyi olmaz. Hamile kadınlara sakinleştirici yazmayı hiç sevmem İta eğer sen...”
901
Stephen King
“Hayır, gerek yok ” dedi Fran, ama kızgın öğle güneşi^ karken Bayan Wentworth’ün ikizlerinin kaybolan cesetlerini^ A
ilin geri kalanı boyunca bir an bile aklından çıkmayacağım bu
Yirmi dokuz ağustosta üç grup geldi. Biri yirmi iki, biri on a],, cusuysa yirmi beş kişiden ibaretti. Sandy DuChiens kurulun yedi ulaştı ve Özgür Bölge nüfusunun o gün itibariyle bini aştığını 1^1,1,^, Boulder artık bir hayalet kasaba değildi.
Nadine Cross ayın otuzu akşamı Harold’ın evinin bodrunniij,, muş, tedirgince onu izliyordu.
Harold onunla tuhaf bir tür cinsel aktiviteye girmediği zana kendi özel bölgesine çekiliyor ve Nadine oradayken onu kontrol ede; du. Harold oradayken soğuk görünüyordu. Nadine’i, hatta kendinıi; gibiydi. Değişmeyen tek şey, Stuart Redman ve diğer kurul üyeler^ duğu katıksız nefretti.
Bodrumda bir hava hokeyi masası vardı ve Harold. masanın, yüzeyi üzerinde çalışıyordu. Yanında açık duran bir kitap vardı [ sayfada bir şema göze çarpıyordu. Harold önce şemayı bir süre ina sonra üzerinde çalıştığı cihaza dönüyor ve bir şeyler yapıyordu.Tie motosiklet setinden aldığı aletler sağ elinin hemen altına düzenli bir de dizilmişti. Küçük tel parçaları hokey masasının üstüne saçılmışı
“Biliyor musun,” dedi Harold dalgınca. “Bence biryürüyüş^ iyi olur.”
“Neden?” diye sordu Nadine içinde hafif bir kırgınlık hisse. Harold’ın yüzünde gergin bir ifade vardı ve gülümsemiyordu.li-Harold’ın niçin o kadar çok sırıttığını anlamıştı: Harold gülümse ğinde deli gibi görünüyordu. Nadine öyle görünmekle kalmadığın^, li olduğundan şüpheleniyordu. Ya da yakındı.
“Çünkü bu dinamitin ne kadar eski olduğunu bilmiyorum Harold.
“Nasıl yani?”
“Eski dinamitler terler güzelim,” dedi Harold ve ona bakn söylediğini desteklemek istercesine ter içindeydi. “Sızdırır da df
Mahşer
\Jt sızdırdığı madde de saf nitrogliserin, yani dünyadaki en güvenilmez maddelerden biri. Eğer çok eskiyse, bu küçük Bilim Fuarı projesi bizi Flaggstaff Dağı’nın tepesinden Oz Ülkesi’ne uçurur.”
“Böyle ukalaca konuşmana gerek yok.”
“Nadine! Ma cheriel"
“Ne?”
Harold ona buz gibi bir sükûnetle baktı. “Kapa çeneni.”
Nadine sustu, ama istemesine rağmen yürüyüşe çıkmadı. Bu Flagg’in isteğiyse (ve cadı tahtası ona Flagg’in kurulun icabına bakmak için Ha-rold’ı kullandığını söylemişti) dinamitin onlara zarar verme ihtimali yoktu. Çok eski bile olsa vaktinden önce patlamazdı... değil mi? Flagg her gelişme üzerinde kontrol sahibi miydi?
Yeterince kontrol sahihi, diye düşündü. Yeterince. Ama emin değildi ve plastik arı kovanı satışı fiyatları huzursuzluğu giderek artıyordu. Evine tekrar gitmiş ve Joe’nun gitmiş olduğunu -bu kez temelli- görmüştü. Sonra Lucy’yi görmeye gitmiş, Harold’la yaşamaya başlamasından sonra Joe’nun (Lucy ondan Leo diye bahsediyordu elbette) “biraz gerilediğini” öğrenene dek soğuk muamelesine katlanmıştı. Lucy’nin bunun için onu suçladığı belliydi... Flaggstaff Dağı’ndan çığ düşse veya bir deprem Peari Sokağı’nı yarsa Lucy bunlar için yine Nadine’i suçlardı. Gerçi yakında Harold ve onu suçlamak için ellerinde geçerli sebep olacaktı. Yine de Joe’yu son bir kez görememiş... ona veda öpücüğü verememiş olmak onu çok üzmüştü. Harold ile Boulder’da kaldıkları sürenin sonuna iyice yaklaşmışlardı artık.
Boş ver, bu yola girmişken onu hayatından tamamen çıkarmış olman daha iyi. Muhtemelen ona zarar verecektin... kendine de... çünkü Joe görür, duyar. Artık Joe olmasın. Ben de Nadine annesi olmayayım. Bundan böyle Leo olsun ve sonsuza dek öyle kalsın.
Ama insafsız bir paradoks söz konusuydu. Özgür Bölge'deki insanların bir yıldan fazla ömrü kalmadığına inanıyordu ve çocuk da onlara dahildi. Flagg ya,şamalarını istemiyordu...
...itiraf et, alet olan sadece Harold değil. Sen de öylesin.
Bir keresinde salgın sonrası dünyasındaki en affedilmez günahın can almak, cinayet olduğunu söyleyen sen...bolu satılık daire sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder